Sayfalar

21 Aralık 2025 Pazar

23.44

"Günler, haftalar, aylar... 
Giysi dolaplarına kaldırılmış bu yığın yığın elbiseler,
Soluk beklentilerle naftalinlenmiş... Bir şey gelir, 
Bir şey gider, mevsimler gibidir o şeylerin gelip gidişi 
Aynı mevsim iki kez gelmez. O yaz, o kış? 
Kendi yılıyla kayıplara karışıp gitmiştir 

İnsan, bir geriye dönüşsüzlük
Bir önü kesilmişlik!" 

Cevdet Karal ~ Büyük Boşluk Oteli ~ 99. sayfa

20 Aralık 2025 Cumartesi

0.00

büyük klasiklerden olan "madam bovary" bitti. şimdi hangi klasiği okusam diye düşünüyorum. bir yandan düşünmeye devam ederken sosyal medyadan tanıdığım sıkı bir okur arkadaşım (henüz yüzyüze tanışmadık) bana bir yazardan bahsetti. Ahmet Karcılılar. Yazarın "Yağmur Hüznü" romanını kesinlikle okumalısın, dedi.  Kitabın baskısı yok. Yazarın ismini ilk defa duydum. Sırada bu kitap var. Okuyalım bakalım. 











Selim İleri'nin bu sözlerinin altını çizmiştim. "Bugün, dün de öyleydim, melankoli'nin müthiş etkisi altındaydım. Bunu yenemiyorum. Hiçbir zaman yenemedim." 

Melankoli meselesi yıllardır kafamı kurcalar. Ve ben de kendimi melankolik bir insan olarak tanımlarım. Ve bu halimi hiç yadırgamadan kabul ederim. Melankoli'nin karşılığı hüzün olsa gerek. Hüznü severim ama bu beni yaşamdan alıkoyan hastalık derecesinde bir tutum değildir. Belki bir mizaç veya fıtrat. Bir kaç gün önce "didik didik freud" programını dinlerken çok güzel bir konuşma geçti. Üşenmedim yazdım. Serol Teber, Tevfik Fikret'in melankolik yapısını yorumlarken şunları söylüyor:

"Fikret'in mizacı kişiliğini yeniden bir köşesinden tartışmak gerekebilir.....  Fikret'in gençlik yaşlarından beri dünyaya duruşu melankolik bir tavırdır. melankolik bir mizacın tavrıdır ya da duruş biçimidir. bunu biz kesinlikle ama burada bir hastalık olarak almayalım. ne klasik psikiyatri kitaplarındaki melankoli ya da depresyon tanımıyla paralel düşünelim ne de dünya sağlık teşkilatı'nın depresyon üzerine koyduğu kriterlere uygun düşünelim.  Ben böyle bir düşüncenin sanatkârlar üzerine özellikle sanatkârlar üzerine bu tür tanımlamanın çok doğru olmadığı kanısındayım illa beyaz adamın kriterlerine uygun şekilde kategorize etmek ve damgalamak. ben buna karşıyım."

Melankolik ruh halinin sanatçılar üzerinde normal, sağlıklı bir duruş olduğunu söylüyor. Bu düşünce ilgimi çekti. 

18 Aralık 2025 Perşembe

23.18

dün spotify'da "dünyayı değiştirenler" isimli podcast'ten bir bölüm dinledim. programı hazırlayan ve sunan didem bayındır. açtığım bölümde thomas bernhard'ın kitaplarını çeviren sezer duru'yu konuk etmişler.  elli beş dakika çabuk bitti ama doyurucu bir sohbet değildi. sezen duru çok da asıl meselelere girmedi veya giremedi. biraz da dedikodu ve magazinsel olarak ilerledi program. sezer duru, t. bernhard hayranı. çevirileri ise harika. fakat her çevirmen çevirdiği kitaplara tam anlamıyla hakim olmalı mı? çevirdim diye o yazarın uzmanı olarak konuşabilir mi? tabii böyle iddiada bulundular demiyorum  ama o çeviri sürecininin hikayesini daha doyurucu anlatabilirdi sezer duru. bizden geçti ayol bir gün bize gel çay içelimden öteye geçmedi program. :) sezer duru'nun tezer ve demir özlü'nün kardeşi olduğunu öğrendim. bu podcast'i takip listeme aldım. çevirinin hikayelerini dinlemek hoşuma gidiyor.

*

instagramda takip ettiğim bir hesap paylaştığı fotoğrafların altına günlük gibi notlar yazıyor. bir yazısını şöyle bitirmiş: "nice nice farkediyorum ki insan kendi kavgasının avuntusuna kul ve de köle.."

*

orhan pamuk'un kitaplar üzerine yazdığı yazıları okurken bazı klasikleri okumadığımı, ertelediğimi ya da çok dikkate almadığımı fark ettim. evet güncel edebiyatın içindeyiz ama klasikler hâlâ bütün canlılığını koruyor. ilk işim geri plana attığım eserleri gündemime almak oldu. gustave flaubert'ın "madam bovary" ile ilk adımımı atmış oldum. 

*

didik didik freud bitmek üzere. aslında freud üzerine sohbetlerini dinledim. bitti. programın  son bölümlerini ise tevfik fikret'e ayırmışlar. bu vesileyle "sis" şiirini okuyorum fikret'in. şiirde geçen şu mısraları;

 "katil kuleler, kal'ali, zindan saraylar;...."
...

"ey kubbeler, ey şanlı mebânî-i münâcât; 

ey doğruluğun mahmil-i ezkârı minârât;"

 

ismet özel'in "of not being a new" şiirinin girişini hatırlattı bana.

 

“iniyorum kulelerinden katil

iniyorum maktul minarelerden 

taraçadan, bahçeden..."

güzel çağrışımlar bence.

*

selim ileri'nin "düşüşten sonra kitabını çok beğendim. burcu aktaş'la sesli söyleşiler yapmışlar. inme geçiriyor selim ileri. tam da büyük kapanma (virüs salgını) dönemine denk geliyor. hastane günlerinden sonra sesli söyleşiler. kayıt altına almışlar. ayrıca kitaba pasajlar yerleştirmeleri de hoşuma gitti. çok içli bir kitaptı. selim ileri'nin hatıralarından bir edebiyat tarihine şahit oluyoruz. geçen sene her gece bodrum'u okumuştum. ileri'den okuduğum tek kitap. hatta iddialı konuşup selim ileri benim yazarım değil, demiştim. metinlerinin içine giremiyorum. biraz da göreceli meseleler. seveni var sevmeyeni. ama incinmiş bir hayat geçirmiş hatalarıyla birlikte. iyi ki okumuşum dediğim kitaplardan oldu. 

*

teoman durali'nin felsefe sohbetleri. onuncu bölüme geldim. notlar alarak ilerliyorum. bu arada yine trt 2 de "felsefenin serüveni" isimli bir program başlamış. gündemime almalıyım.

eğer vicdanınız yoksa, nasihat, tavsiye, okul, bilinç, fikirle sarsma. hiçbiri işe yaramıyor. ve düzelmek bilmiyorlar. mesleğin gereği her sene bu imtihandan yıpranarak yorularak geçiyorsun. vicdan sahibi olmanın inançla bir ilgisi yok. inanç, vicdan sahibi olmanı belki zenginleştirebilir. öyle yoruldum ki.


Tablo: “Sis” Rübâb-ı Şikeste (Kırık Saz) Abdülmecid Efendi

 



14.28

Adem ve yıllar sonra Selahaddin. Ah.

16 Aralık 2025 Salı

düşüşten sonra/alıntılar

Bugün, dün de öyleydim, melankoli'nin müthiş etkisi altındaydım. Bunu yenemiyorum. Hiçbir zaman yenemedim. 26. sayfa
*
Burcu: yaşarken ceplerimize bir şey doldurduğumuzu mu zannediyoruz? 
Selim: Doldurduğun Virginia Woolf'un taşları. Sussex Irmağı'na giderken... Nasıl bilinçli bir şey...  Dolduruyor onları ki ırmağa gömülsün. Sekiz saat ölmemiş, bataklıkta sürüklenmiş. İnsanlar görüyorlar, kurtaramıyorlar. Herkesin gözü önünde... 31. sayfa
*
Burcu: Size beyhûdelik duygusu veren şeyler başkalarının tutunacak dalları olabilirdi. 32. sayfa
*
Attila İlhan vaktiyle bir gün, "Tabiat faşisttir," demişti. Çok hoşuma gitmişti. "Tabiatın faşistliğini insanoğlu durduruyor," diyordu. Şimdi düşünüyorum, insanoğlu neyi durdurmuş?! Tabiat niye faşist olsun? Her sene bahar getiriyor. Çiçekler, hayvanlar... Onların kendine mahsus dengesi... İnsanoğlu kadar korkunç hiçbir şey yok. İnsanoğlunun içinden yaralı insanlar çıkıyor. İnsanlıktan ne kalacaksa o yaralı insanların cinnet anına borçlu olacağız. Başka hiçbir şeye borçlu değilsin. 75. sayfa
*
Bazıları bol keseden atıyor. "Edebiyatın çok büyük gücü var," diyorlar. Öyle bir gücü yok. Olsa, 21. yüzyılın neredeyse ilk çeyreği bitmiş, hâlâ gözümüzün önünde İsrail savaşı... Olacak şey mi? Babasını kucaklayan sekiz dokuz yaşında bir çocuk, "Ölme baba!" diyor. Babası kollarında ölüyor: "Elveda baba!" Biliyorum ki hiçbir şey değişmeyecek. 114. sayfa
*
Virginia Woolf'un intiharı son anda bir umutsuzluğun, bir kırılışın intiharı değil. Çok uzun yıllar öncesinden gelen bir şey... Savaşlara duyduğu nefret ve yılgınlık çok daha öncesinden. Jacob'un Odası'nda roman kahramanlarından birinin "Jacob!" diye çığlığı vardır. Orada Virginia Woolf, roman kahramanının Jacob'a bağırdığı kadar savaşlara da bağırır. Mrs. Dalloway'de romanın ikinci kahramanı Septumus da Birinci Dünya Savaşı'ndan yılgınlıkla çıkmış akıl hastası konumuna düşürülmüş bir genç adam. Onun intihara giderken düşünceleri, duyguları Virginia Woolf'un insan olarak ne hissettiğini, bizim de ne hissetmemiz gerektiğini söylüyor. 114. sayfa
*
Türk edebiyatı küçümsenecek bir edebiyat değil. Şiir zaten dorukta. Roman, öykü düşünülecek olursa... Çok kısa sürede çok büyük bir yere gelmiş bir edebiyat. Fakat onu eleştirirken tarihsel açıdan değerlendiremediğimiz için anlayamıyoruz. Ancak çok kaba göndermeler anlaşılıyor, dolayısıyla okurda yüzeydeliğe, sığlığa yol açıyor. Derinlemesine okusa okur, hem anlama kavuşacak hem de tat alacak. 210. sayfa