Sayfalar

12 Aralık 2021 Pazar

en çok da suskunluk olarak

aynısını ben de düşünüyor ve kaygılanıyordum nedense. oysa cevabı montaigne vermiş. "bir şeyi ezbere bilmek, insanın bir şey bildiğini değil, bir şeyi belleğinde tutabildiğini gösterir." bellekte tutma gücümüz zayıflıyor biliyorum. zihnimize çarpan onlarca görüntü, ses ve gürültü hafızaya indirilmiş darbe gibi. unutkanlık başka bir şey tabii. ona girmeyeceğim. sadece bir konuşma sırasında sürekli yazarlardan alıntı yapanlar oluyor ya. lan nasıl beceriyorlar diyorum hep içten içe. :) belleğin gücü kişiden kişiye değişiyor olsa gerek. ama zihnin boşluğu yok. okudukların bir şekilde içerde. bende başka türlü sızıyor. en çok da suskunluk olarak. 

...

yılın son siparişini verdim. kitaba gelecek zamların endişesi bir çok okuyucuyu bu hale getirdi. böyle bir bahane ile gelsin yeni siparişler. amaan. ne olacaksa olsun.

...

ulus baker'in şu cümlesi bende acaip bir şekilde karşılık buluyor. "ben birini ya da bir şeyi severken, onun sevmiş olduğunu bildiğim şeyi de seveceğim, onun sevdiği şeyi de seveceğim." bu bir hastalık mı yoksa kıymet derecesinin abartılmış hali mi yoksa gerçekten içimin gerçek parçası mı? ama çok çarpıcı.

... 

marcel proust'un "guermantes tarafı'nı" henüz okumadım. internette karşıma çıkan altı çizili notları kaydediyorum. bana değen kısımların etkisinde kalıyorum fena halde. işte onlardan birisi de bu altı çizili cümleler:

"Hatıralarımız, kederlerimiz, kendilerini hiç fark edemeyeceğimiz ölçüde bizi terk edebildikleri gibi, geri de dönerler ve bazen uzun süre kalırlar. Bazı akşamlar, restorana gitmek üzere kentin bir ucundan ötekine yürürken Mme de Guermantes'ı öyle özlerdim ki, nefes almakta güçlük çekerdim; sanki göğsümün bir bölümü usta bir anatomi uzmanı tarafından kesilip çıkarılmış, yerine aynı boyutlarda manevi acı, özlem ve aşk konmuştu. Dikişler ne kadar başarılı olursa olsun, bir insana olan özlem iç organlardan daha fazla yer kaplar, varlığını sürekli hissederiz;...." 

...

bir şarkı bazen bir şarkıdan çok çok fazladır. yağmur yok kar da yok. pencereden dışarı bakmanın da anlamı yok. ilçede çatı katında oturuyordum. yollar, çatı katları, tepeler, tarlalar ve köy ışıkları görünüyordu. nasıl alıştıysam oturduğum evin önü açık olmalı diye düşünüyorum. gözün gördüğü geniş olmalı bence. gönlü genişletiyor demek ki. 

hypnogaja'dan "here comes the rain again"i dinlemeden olmaz. 



Hiç yorum yok: