Yönümüzü kıble belirler, pusula değil
Ülkemizde yayınlanan bir çok dergide şiirleri yayınlanan Hüseyin Karacalar, yazdıklarını 'Cevapsız
Aramalar' adlı bir kitapta topladı. İsmail Demirel, şairle, şiir serüveni ve kitabı üzerine konuştu.
İlk kitabı “Cevapsız Aramalar” adıyla okurları selamlayan Aşkar dergisi editörlerinden Hüseyin
Karacalar’la şiiri ve kitabı üzerine konuştuk.
Hüseyin Bey öncelikle sizi tanımak isteriz?
Sivaslıyım. Mimar Sinan Üniversitesi Tarih bölümü mezunuyum. Uzun yıllar özel sektörde
çalıştıktan sonra iki yıldır Milli Eğitimde öğretmenlik yapıyorum. Edebiyatla kendimi bildim bileli
uğraşıyorum. Tarihten ekmeğimi çıkartıyorum.
Edebiyat özellikle şiir düşünce dünyamın en
güzel uğraşı.
Şiirlerinizi daha çok Aşkar ve Yedi İklim dergisinde okuduk. Ara ara Karagöz’de de şiir
yazdınız. Fakat öncesi de vardır muhakkak. Nasıl başladınız şiire? İlk şiiriniz nerede
yayınlandı?
Liseli yıllarımda düşünce kitaplarına yoğunlaşmıştım. Şiir okumalarım Necip Fazıl'la başladı.
Zaten aldığım ilk şiir kitabı ise Çile’dir. Üniversiteye hazırlık sürecinde Sezai Karakoç’u,
meşhur şiiri Mona Rosa ile keşfetmiştim. Körfez Şahdamar ve Sesler’de üstadın asıl
şiirleriyle içli dışlı oldum. İsmet Özel’in Amentü şiiri bende şok etkisi yaratmıştı sonra
Erbain’i edindim. İbrahim Sadri’nin doksanlı yıllarda çıkardığı şiir kasetlerinin birinde "Afganistan Çağıltısı" adlı şiiri dinlemiştim. Bu vesileyle Cahit Zarifoğlu’nu tanıdım. Şiiri
keşfetme serüvenim üniversiteli yıllarımda da devam etti. İkinci Yeni ve diğer kuşak şairlerini
okumamla kendimi edebiyatın içinde buldum. Edebiyat dergilerini sürekli takip ederek güncel
şiirin serüvenine tanık oldum. İlk şiirlerim yine üniversiteli yıllarımda yayımlandı. Sivas’ta
çıkarılan Edebi Pankart dergisinde birkaç şiirim yayımlandıktan sonra İbrahim Tenekeci ve
Hüseyin Akın’ın birlikte çıkardığı Kırklar dergisinde de şiirlerim yayımlandı.
Üniversitedeyken Çetele ve Siyah isimli kısa süreli çıkan dergilere de şiir vermiştim. 2001
yılından 2006’ya kadar şiir yazmadım. Yoğunlaşamadım daha doğrusu. Askerde yazdığım iki şiir
kalemi yeniden elime almama vesile oldu. O gün bugündür az da olsa şiirlerim Yedi İklim,
Hece, Karagöz, Karayazı, Mahalle Mektebi, Sahte Vefa ve dergimiz Aşkar’da yayımlandı ve
yazmaya devam ediyorum. Aşkar Dergisi’nin 18. sayısından itibaren editörlüğüne omuz verdim. Şu an arkadaşlarımla birlikte 35. sayının hazırlıklarını sürdürüyoruz.
İlk kitap... Cevapsız Aramalar... Hayırlı olsun. Kitabın çıkış hikâyesini dinleyebilir miyiz
sizden?Nasıl vücud buldu?
Allah razı olsun. Çok teşekkür ederim. Şiirlerim birikmeye
başlamıştı ve kitap için bir adım atmamız gerekiyordu.
Arkadaşlarımın beni kitap için sıkıştırmasıyla artık kaçışım yoktu.
Osman Özbahçe, şiirlerimi dikkate almıştı. Gerçek Hayat
Dergisi’nde yazdığı dönemde Osman Özbahçe’nin “Envanter
Defteri” diye bir köşesi vardı. Kendsiyle henüz tanışmıyorduk.
Elbette ben şiirlerini takip ediyordum da o beni tanımıyordu.
Köşesinde o ayın yayımlanmış en iyi şiirlerini not alıyordu. Benim
şiirlerimi de not alması dikkatimi çekmişti. Şiirimin peşine
düşmeme vesile oldu. 2006 sonrasında yazdığım şiirlerimi bir
araya getirip dosyamı Osman Özbahçe’ye teslim ettim. Böylece
“Cevapsız Aramalar” seçkin bir yayınevi olan Ebabil
Yayınları’ndan çıktı. Yani kitabımın serüveni ağır çekimde
ilerleyen sessiz bir film gibi oldu. İnşallah Türk şiiri içerisinde
mütevazı yerini alır ve okuyucularımız kitabımızdan memnun
olur. Allah utandırmasın.
Amin diyelim biz de bu duaya. Efendim kitabın son şiiri Şair
Kalabalığı’nda esip gürlüyorsunuz desem abartmış olmam
herhalde. Bir dua cümlesiyle bitiriyorsunuz şiiri. Nedir şiir sizce? Allah’ın korumasını
muhafaza etmesini saklamasını isteyeceğimiz kadar değerli mi?
Aslında esip gürlemekten ziyade içerisinde bulunduğumuz edebiyat ortamına kendimce mizahi
bakmaya çalıştım. Katı bir gerçeklikte var aslında. Ortam kelimesini çok sevmiyorum. Şiirin
değil de şairin ön planda olduğu acımasız bir süreçten geçiyoruz. Şairin şiirleri yerine şahsının
konuşulduğu, pazarlamacı anlayışla hareket edildiği müddetçe şiir gibi kadim bir uğraşımız
havada kalacaktır. Yani şair yazdığı şiirinin mücadelesini çok vermiyor gibi. Poetik hamleler,
kuşak artistlikleri ve kuramsal çabalar (kuram çalışmalarına karşı olduğum anlaşılmasın) şiire
gölge düşürüyor. İkisini birlikte yürüten ahlaki duruşlarını bozmayan şairlerimizi önemsiyorum.
Hikmet arayışımızı en güzel şekilde dillendiren şiirin, şiirimizin korunmaya ihtiyacı var. Onu da
Rabbimden istedim. Amin.
Müzikle aranızın iyi olduğunu biliyoruz. Bu münasebet şiirlerinizin satırlarına kadar sirayet
etmiş; “Bir Teselli Ver”, “Cahildim Dünyanın Rengine Kandım” gibi şiir adlarının yanında.
Birçok şarkı, türkü, sanatçı geçiyor şiirlerinizde. Nedir şarkıların, türkülerin kısaca
müziğin şiirinizdeki yeri? Ve elbette şiir için nedir müzik?
Bir televizyon programında Süleyman Çobanoğlu’nu dinlemiştim. Buna benzer bir soru
sorulmuştu. Mana ve ses tartışmalarının sürekli yapıldığını ve şiirdeki sesi, ritmi önemsediğini
söylemişti. Verdiği cevap benim de altını çizdiğim bir cevaptır. Şarkılarla, türkülerle, ninnilerle
dolu zengin bir kültürümüz var. Şiir de ritmin, müziğin olması ve şiirin kulakla da okunması
önemli.
Kalkan şiiri şiirimizde az rastlanır cinsten bir şiir. Abdest ve namazı anlatmışsınız. Neler
söylemek istersiniz?
Kalkan şiirimi uyarıcı, hatırlatıcı bir şiir niyetine koydum kitaba. Hayatın inceliklerinden,
mü’minin en önemli silahlarından biri olan abdeste güzelleme yapmak istedim. İnşallah
beğenilir.
Valla biz çok beğendik. Evde çoluk çocuk birkaç kez okuduk.
Eyvallah, teşekkür ederim.
Şiirlerinizin adları ince bir mizah duygusu yaşatıyor insana. “Teşbih Taneleri”, “Heyet
Raporu”, “Geç Kâğıdı”, “Lise Öğrencileri İçin Kitap Özetleri”, “Çoklu Zeka Dramı” gibi...
Şiirlerinize nasıl ad seçiyorsunuz?
Şiirimin başlıklarında zorlanmıyorum. Şiirin ismiyle içeriği bir bütünlük arz edince kolaylıkla
şiirime isim verebiliyorum. Başlıkların ilginç olması okuyucuyu şiirin içine çekiyor. Bende böyle oluyor mesela. Sevdiğim şairlerin şiirlerini okurken
şiirlerine verdikleri isimlerde de dikkatli davranmaları
ilgilimi çekmiştir hep.
Siyasi terminolojiye de yer veriyorsunuz şiirinizde.
Hayatın ıskalanmadığını görüyoruz. Saramago, Ümmü Gülsüm, IMF, ikiz kuleler şiirinizde yerli
yerince yer alıyor. Aynı babtan olmak üzere, günlük
hayattaki birçok ifadeyi söyleyişi şiirinize dahil
etmişsiniz. Şiir bütünlüğü içinde hiç de sırıtmıyor bu
ifadeler? Nasıl başarıyorsunuz bunu? Hesap lütfen,
bizimle çalışmak ister misiniz gibi....
Az yazan birisi olarak şiirim üzerine çok titriyorum.
Madem incelik isteyen bir uğraşımız var neden savruk,
üstünkörü bir iş yapayım. Okuduğum bir roman,
dinlediğim bir sanatçı, gündemimizi etkileyen bir olay,
yolda yürürken gözüme çarpan bir ilan, yoğrularak imge
veya konuşma üslubuyla şiirime girebiliyor. Rahatım bu
konuda. Şairin günceli bilmesi güncele bulaşmadan,
siyasi bir duruşunun olması politik dil kullanmadan,
seçici ve dikkati olması gerekir.
“Pusula icat edildiğinden beri yönümüzü kaybettik.”
ve “Çevreci olamadım ama bir taşı bir çöpü yerden
almasını bildim” diyorsunuz. Çevreci olmak bir taşı yerden almaya mani midir?
Yönümüzü pusula değil kıble belirler. Kıblemizi pusuladan önce de tayin edebiliyorduk. Tabii
pusula kavramından batıyı ve yönsüzlüğü yani kıblesizliği vurgulamaya çalıştım.
Dünya kendini kirletirken çevrecilerini de yine kendisi üretmiştir. Yani iç içe. Evimizi,
mahallemizi, sokağımızı en önemlisi zihnimizi temiz tutmasını bilseydik çevrecilik denilen bir
olguyla karşılaşmazdık. Bu çok acı. Kirlet ve temizle. Böyle olmamalı.
Anıştırmalara çok sık rastlıyoruz. Az önce söyledik, Saramago, NotreDame Kanburu,
Çehov.... Bu ifadeler birer sığınak mıdır, lafı dolandırmadan anlatmanın bir yolu, imkânı
mıdır? Yoksa muhayyileyi daraltmak mıdır? Ne dersiniz?
Doğrudan söylemeyi tercih eden birisiyim. Bazı yazar, sanatçı ve kitap isimlerinin mısralarımda
yer alması beslendiğim kaynakları göstermesi açısından güzel bence. Bu ifadeler birer sığınak
olmaktan ziyade mısralarıma mihmandarlık yapan yol arkadaşlarımdır diyebilirim. Lafı
dolandırmadan anlatmak şiirde soyutluk, somutluk, imgesel, sembolik anlatım gibi meseleleri
gündeme getiriyor ki uzun bir konu galiba. Muhayyileyi gerçeklik zeminine oturtup söylemek
önemli bence. Zemin kaygan olmadığı müddetçe söz daha sağlam olur ve adresini bulur.
Neler okuyorsunuz şu aralar?
Kazım Taşkent dizisinden çıkan, İbni Battuta’nın Seyahatnamesi’ni okuyorum. Biraz yavaş
ilerliyor ama çok keyifli bir kitap olduğunu söyleyebilirim. Yine elimde dostum İdris Ekinci’nin Poetik Fiiller adlı son kitabı var.
Söyleşi için teşekkür ederim.
Ben çok teşekkür ederim.
Eyvallah.
İsmail Demirel konuştu (dünyabizim) Konuşa konuşa 01 Ağustos 2015 Cumartesi
http://www.dunyabizim.com/Manset/21140/yonumuzu-kible-belirler-pusula-degil.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder