Sayfalar

26 Aralık 2011 Pazartesi

İÇİMİZE YAĞAN KAR

İÇİMİZE YAĞAN KAR/HÜSEYİN KARACALAR

anahtar

Sonsuzluk bereketini, çekti mi elini üstümüzden, biz mi kaybettik sonsuzluğa o kısık bakışımızı? Gökten yağan kar mı? Çocukluğumuzun soğuk gecelerinde anlatılırdı; her bir kar’ı bir melek atarmış yeryüzüne. Soramazdım kimseye meleklerin elleri üşümez mi diye. Onlar o sonsuzluğun aşkını tatmışlardı, nasıl üşüsündü elleri… Yaşamak cehenneminin içinde kavruluyor insan. Kar’ın yağması kâr etmiyor. Herkes biliyor mu nereye gideceğini.

Sonsuzluğun anahtarını bulabildin mi? Bir sürü anahtar sokaklara dökülmüş, hangisi açar kapıyı? Sokaklara çıkanlar, koşuşturanlar anahtar hanginizde? Aşkın anahtarını kim aldı? Samimiyetin anahtarını kim sakladı? Hüznün anahtarını kim çaldı? Kar mı kapladı, çığ mı düştü üstlerine? Çilingirler nerde? Maymuncuklarla kapıyı zorlamak niye… Sokakları dolduranlar; pencereden bakınca hepiniz donmuş eşiklerde, buzlu kaldırımlarda kayıp duruyorsunuz, düşüyorsunuz, bir yerleriniz acımıyor mu? Mesela kalbiniz…Karın yâr diye yağdığını anlayamayan; “kar tutan toprağı” nasıl anlayacak. Toprağı, anlayamayan “kar içinde yanan karı” nasıl anlayacak.

kapı

Kar yerine harfler yağıyor içime. Her şey donuk… Kar yağıyor ve kirleniyor rengi. Üşütüyor şehir. İnsan rüyasında üşür mü?

Donmuş kalbimi karla ovuyorum. Kendine geliyor yaralarım… Yeniden kanıyor.
Sokaklar karla kaplandı.. Kaygı beni kuşattı… İnsanlar gelip geçecek, her kar tanesi incinecek. Ezilecek. Karlar eriyecek ve çamur görülecek, kirler yeniden kaplayacak sokağı. Karlar çekilecek ve kalplerin kirliliği yeniden görülecek, yeniden sokakları dünyevilik kaplayacak.

“Bu adam o adam” nerden bilecek başını önüne eğmezse, selam durmazsa yağan kara. Rüyalar gelip gider Allah aşkla yağınca içimize. Sıcacık bir kar olursa ellerin, sonsuzluğa kalkarsa aşk ile.. Dilin çeviremediği söz mü kalır “affın içine sığmayan merhamet” mi ağlamaz. Ağlar renkler sıyrılıp heceden güvercinlerle sonsuzluğa kanat çırpar kar taneleri ile…

kuyu

Derin bir kuyu içimiz. İçimizin farkında olmak için bir taş atmak ve suyun sesini işitmek -işitmek yanlış olur- hissetmek. Hissedilen suya ihtiyacımız var mı? Çöldeysen var, kaybolduysan var, kardeşlerin seni ıssız bir vahaya terk ettiyse o suya ihtiyaç var. Hayal görüyorsan hayale, seraba ihtiyaç var. Koşmalısın ona o su kar suyu ise koşmalısın, yanılmalısın, hayal kırıklığına uğrayıp yenilmelisin ve umudu bir daha giymelisin sırtına.

İçimiz derin bir kuyu. Bakracı sağlam bir iple yavaş yavaş heyecanla ve durmaksızın, yorulmaksızın içine sallamalısın. O kar suyu ile mutlaka karşılaşmalısın..

İçimiz derin bir susuzluk.

beste

Kış türküsünü şaşırmadan söylüyor. Bu musiki geçmişten gelen bir ses; kar sesi…

İçimde yanan ocak... Dumanı; ocağını terk etti, ateş özledi dumanını. Yandı evin ocağı hasretten, vuslat köze çevirdi ateşi, ateş ağladı, dumanlar geri dönmedi. Her kül içinde hasret besledi yanarak. Dönmedi duman. Dışarıda yağan kara nispet çekildi aramızdan sonsuzluğa doğru…

‘ben oysa aya baka baka puslanmış keman’

sonsöz

“Ey diriliş sana kurulmuş saatlerim kanadı”

T. Uyar

Diriliş ateşi yanıyor. Hüznümüz mü çok. Kalbimiz mutmain. Ölüm; en uygun durumu yaşamanın. Tamam. Geniş zamanlar yok... Kar gülün ömrünü çaldı, ben ertelenmiş günlerimi kaybettim, ânda varolmak onda kaybolmak…

Kar: masumiyet
Allah: sonsuzluk
İlham: “kar şiiri”