Sayfalar

30 Mayıs 2022 Pazartesi

boşluğa yaslanılmaz

1) Renata Salecl'i büyük bir hayranlıkla okumuştu Melih. Yürüyüşlerimizde kitaplardaki meseleleri büyük bir heyecanla anlatırdı. Durur muyum. "Kaygı Üzerine" ve "Seçme İkilemi" kitaplarını aldım. Tabii ne zaman aldığımı hatırlamıyorum. -Eskiden not düşerdim kıymetliydi o zamanlar az ve öz kitap alınca aldığım tarih, şehir belirtmek güzel bir iz bırakırdı.- Yakın zamanda yazarın "Cehalet Tutkusu" isimli yeni kitabı da çıktı. Durur muyum daha önceki iki kitabını okumadan bunu da aldım. Fakat bu sefer durmadım. Cehalet Tutkusu'nu okuyup bitirdim. -Hikaye ve roman okumalarıma ara vermeden fikir, düşünce kitaplarını ihmal etmemeliyim. Çok ertelediğimi itiraf edebilirim.- "Kaygı Üzerine" isimli kitabınıda yarıladım sayılır. Tabii Freud ve Lacan terminolojisine iyi hakim olmak lazım. Bazı konularda içine giremiyorum. Olsun. Kaygının sosyolojik ve psikolojik olarak öznede belirme şekli çok ilgi çekici. Farkında olmadan nelere maruz kalıyoruz. Ya da Cehalet Tutkusu'nda sürekli vurguladığı gibi görmezden gelme, bilinçli cehaletin ordusunda gönüllüleriz. 


2) WhatsApp'tan bilinmeyen bir numaradan mesaj: Hocam nasılsınız?  Ben H....  İsmen tanıdım. İlçeden öğrencimdi. Arkadaşıyla konuşurken sohbette beni de anmışlar o yüzden bir hal hatır sorayım demiş sağ olsun. Yani hiç aklıma gelmeyecek unutup gideceğim bir öğrencim bi şekilde beni unutmamış ve hatırımı soruyor. Hemen bir karşılaştırma yapıyorum. İlgilendiğimiz bir öğrencim ise merkezde okuyor bir kere bile yanıma gelip ziyaret etmiyor. Demek ki iz bırakma öyle ilgilenmeyle de olmuyor. Rasyonel bir şey değil. Çok sevindim mutlu oldum. Ya hocam gülüşlerinizi ve yünlü çoraplarınızı da unutmadık deyince tebessüm ettim. Sınıfça ders sonrası muhabbet ederken onları hep güldürürdüm. Evet gülüş de bir izdir çorap da. Hatıralar nesnelere, tatlara, anlara yükleniyor. 

3) Dün kitapçıda otururken akşam üstü bir müşteri geldi. Sıkı bir okuyucu olduğu belliydi aldığı kitaplardan anlıyorum yani. Daha önce hiç görmemiştim.  Arkadaş bizi tanıştırınca üniversitede öğretim üyesi olduğunu öğrendim. Sonra bi şekilde ismen tanıdığım birisi çıktı. Şiir kitabı da vardı. Ortak yazar tanıdığımız üzerinden epey sohbet ettik. Gerçi o konuştu sürekli. Fena halde dertliydi şehirden, şehirdeki ilişkilerden, yapmak isteyip yapamadıklarından. Mimari anlamda verdiği tarihsel bilgiler çok iyiydi. Üç medrese üzerinden tarihi okumak. Sivas'ın kıymetinin bu anlamda pek anlaşılmaması. İnsan böyle farklı ilgi alanlarından sohbet edecek birilerini bulunca bakış açısı nasıl zenginleşiyor. Ne kadar azız. 
Arkadaşıyla İstanbul'da duvar dibindeki çay ocağına otururlarmış sürekli. Onca kafe varken neden duvar dibindeki çay ocağında oturuyoruz, demiş şair. Çünkü, boşluğa yaslanılmaz, diye cevap vermiş "Boşluğa yaslanılmaz." İki gündür bu cümle dilimde, zihnimde dolanıp duruyor. "Boşluğa yaslanılmaz." "Boşluğa yaslanılmaz."

4) Tabii güzel bir sabahlama oldu. Gece nasıl bitti anlamıyorsun. Uyku dağıldı. Olsun. Telefonu aldım mavi ışığı kapadım. Mabel Matiz'le söyleşi yapmış Armağan. Dur dedim dinleyeyim. Öylesine. Çok keyifli geldi. Mabel, Sivaslıymış, adı Fatih'miş. Diş hekimliği okumuş. Kekemeymiş. Vay arkadaş derken uyumuşum. Yukarıda bahsettiğim yazar Reneta hanım ise bir zamanlar Zizek'in eşiymiş. Hahahaha dedikodu bizde :)

5) Sevdiklerim, kıymet verdiklerim, dostlarım ve arkadaşlarım için hep hep hep dua ediyorum. Duanın şifaya vesile olacağına inanıyorum. Bu dünyada gerçekten iyi olmayı, mutlu olmayı hak eden insanlarım var. Ne güç bir dünya burası. 

6) Daha ne yazacaktım unuttum. Bir şarkı bırakayım. Aksın geceye.




28 Mayıs 2022 Cumartesi

Quo Vadis

 

At Sancısı kitabıyla 2020 Attila İlhan ilk roman ödülünü alan Elvan Kaya Aksarı'nın ikinci kitabı Saatçi İbrahim Efendi Tarihi. Kapak şahane. Bazı biçimlerin kitaba yerleştirilmesi okuyucunun yüzünde tebessüm uyandırıyor. Kitabı severek okudum. Harika bir dil lezzeti sunuyor. Zaten çabucak bitti. Daha uzun olabilir miydi? "Malûmdur ki artık ekspres çağındayız, kimsenin dört ciltlik 'Savaş ve Barış'ı okumaya vakti ve sabrı yok" Sarsıcı kitaplar mı beklemeliyiz yoksa haz aldığımız metinler yeterli mi? Artık bu soruların gereksiz olduğunu iyi biliyorum. 

...

"...bana sorarsan zaman, kainatın insan üzerindeki en büyük egemenliğidir. İnsan zamanın karşısında bir oyuncaktan başka nedir ki? Ya on binlerce senedir insanoğlu ne yapabildi? Onun da hakkını yememek lazım, evrenin zamanının karşısına tarihle dikilebildi. Tarih sayesinde uzaydaki bütün âlemleri kendisine oyuncak kıldı. Hakimiyet tarih sayesinde insanın eline geçmiştir ve bu işin de en kötü tarafı, tarihi de hâkim olanların yazmasıdır. Kronoloji dediğimiz şey tabiatın hiçbir unsurunda yoktur. Dalgalar kayaya vurur, saksıdaki menekşeler köklenir, uçurumların en dibinde papatyalar açar... Tabiat bunu yaparken bir kronoloji tutmaz kronometre çalıştırmaz. İnsan sahip olmak için bunu yapar. Zamanı ve zemini zapt etmek için. Doğada hep şimdi vardır. Sadece şimdi vardır. Nasıl diyeyim ki bunu, maddenin üç hálini düşün. Suyun kendisi dışında iki seçeneği daha vardır; ya buz olacak ya da buhar. Her şekilde onun aslı yine sudur. Özü aynıdır. Zamanın durumu da bundan ibarettir. Şimdinin üç hâli: Geçmiş, şimdi ve gelecek. Neyse daha fazla başını ağrıtmayayım; (şimdi zamanın ergenidir,) o yüzden her şey 'şimdi' olur" dedi ve ..."

...

"Ekşi ekmek mayası, onda, herhangi bir insandan daha çok hayranlık uyandırırdı."

...

"İnsanlar öncesiz çağlardan beri kendilerine benzemeyenlere karşı hazımsızlık geliştirmişlerdir. Medeniyet, bu sindirim hastalığını tedavi etmek hususunda hala âcizdir."

...

"Yürüyüşlerinde geç kalmışlığın izleri vardı."

...

"Kalan ömrünü yerçekimine uygun yaşayacaktı."

...

"...İnsan hayatı, alışkanlıklarının tarihidir bir yerde. Damağınızdaki lezzet kaybolunca gerisi kolay. O zaman lezzet tanımınız bile değişir. Size tuhaf gelecek ama alışkanlık mekanizmasını iyi kullanmasaydım burada mecnuna dönerdim. Alışıklık insanın aklını koruyan bir nimet."




27 Mayıs 2022 Cuma



"kimsenin kimsesi olmamaya giden bir tramvayda daha çok."

...

"Bir masa örtüsü silkeledin yaşamın kenarından"

..

"bu dünyayı biraz ben bu dünyada varım diye hatırlarım."

...

"gözlerde bi parıltı benim odam karanlık, felaketine esirlik belki de bundan, bu sarsılmak, bu ani direksiyon kırmalar bundan. tarihi geçmiş bir ilaç gibi bazen. bazen gözükara. belki bi silah. belki belimde belki çiçekli belki örümcek. kışlar getirir mi seni kendine. haykırmak koparmaz öyle derinden. adını hecelemek iyi gelmez gelmezse geçmişinden. bu kolay değil kızgın değilim herkes babam gibi değil ki. kimse aynı değil ki günler aynı olsun, herkes aynı gülsün. ben kızamadım bunun hesabını kendime nasıl veriririm derdindeyim. bugün de çok büyük yanlışlar yapmışımdır. yine de kızacak şey bulamamışımdır." Sude Öztürk 

24 Mayıs 2022 Salı

Berci Kristin Çöp Masalları

Latife Tekin kitaplarından daha önce hiç okumamıştım. Kitaplığıma bakıyorum. Yazarın dört kitabı varmış bende. (Unutma Bahçesi, Muinar, Aşk İşaretleri ve Berci Kristin Çöp Masalları) "Sevgili Arsız Ölüm"ü niçin almamışım bilmiyorum. Yakın zamanda yeni kitabı da çıktı. "Berci Kristin Çöp Masalları" kitabını okudum. Yabancısı olduğum bir anlatımı vardı zorlandım açıkçası. Ama değdi. Sevdiğim kitaplar arasına girdi. Gecekondulaşma ve göç meselelerini -fena halde- soğukkanlılıkla işlemiş. Çok ürperticiydi. Tabii göç alan bir şehir var. Şehrin kenarlarına yerleşenler, fabrikalar, işsizler, çingeneler derken şehre gelenler kendi kimliklerini de, inançlarını da, geleneklerini de getiriyorlar. Huzurlu bir şehir yok bu romanda. Çöpler, fabrikalar, atıklar, zehirler, grevler ve ölümler... Günümüzden 60'lı ve 70'li yıllara bakmak. Şimdiyi düşündüğümüzde nasıl anlamalı konducuları. Çiçektepe'yi. Ne kadar ironik olmuş bu Çiçektepe ismi de. Plazaların, gökdelenlerin ve rezidansların romanını da yazar mı acaba Latife Tekin. 
İletişim'den çıkan kitabın kapağı daha iyi bence:

Kitapta geçen isimleri üşenmeden tek tek not alacaktım. Çöp masallarının kahramanları. Kitap üzerine  okuduğum bir yazıda (Gülayşen Erayda) tek tek çıkarmış ben de  buraya alayım dursun, dedim.   "...isim, isim tamlamaları sayfa sırasına göre; Güllü Baba, Sırma, Şengül, Berci, Kara Hasan, tırnaksız, Kibriye Ana, Tirintaz Fidan, Donlu Yol, Çöp Bakkal, şükürsüz, Naylon Mustafa, Ciğerci, Çöp Ağası, Kürt Cemal, küp, ejder, Kürt Cemal'in Sineması, Kel Ali, şerme şerme, Veliman, Bekçilerin Veliman, Bay İzak, Dayakçı, Gülbey Usta, muntaz, Taci Baba, Kır Hamit, Dursune Nine, Şiirli Hoca, martı bulutu, çöpten kesilmek, Şiirli Hoca, mekanet, Hinık Alhas, Gaco, Reis İstafanos, Konfekçiyun, ay hışır hışır döndü, rüzgâr gibi fırlanırken, Çamlı Bayram, Simitçi Mikail, Çeri Mahmut, Deli Dursun, büyük çöp yangını, şır çaydanlık, Zülika, Lado, Zabıta Memet, Yıldırım, martı lafı, Karabela Çetesi, Odacı Sefer, Albay, Deli Gönül, Amem Şemsi, Hacı Hasan, Şini Erol, Hıdır, fındık dayağı, Mustafa Gülibik, Ehmail, Anjel, Mari, O yerli, Katır Emel, yarım saatlik, Kristin."

Kitap üzerine bir yazı: oku


22 Mayıs 2022 Pazar

01.41


Dili susturmasını bilen şarkılar...

16 Mayıs 2022 Pazartesi

gece karanlığında sardunyalar

 yine bir Jaguar Kitap klasiği. altını çizdiğim, beğendiğim o kadar çok cümle, paragraf var ki. umarım jaguar kitap bana kızmaz. :)

1937 yazının son günleri... Göl kıyısındaki küçük bir kasabada yaşayan on yedi yaşındaki Franz, annesinin isteğiyle “eski bir tanıdık” olan tütün mamulleri satıcısı Otto Trsnjek’in yanına, Viyana’ya gider. Böylece hem bir meslek edinecek hem de Viyana gibi bir yerde daha iyi bir gelecek kurabilecektir.

Genç Franz bir yandan mesleğin inceliklerini öğrenirken bir yandan da dükkâna uğrayan ünlü tiryakilerle tanışır. Bu müşterilerden biri olan Profesör Sigmund Freud ile dostluk kuran Franz, Anezka adlı gizemli bir kıza âşık olduktan sonra profesörle görüşmeyi daha da sıklaştırır.

Ancak o günlerde Viyana’ya gelen bir tek Franz değildir; gamalı haçlar, Führer posterleri, Gestapo da gelip yerleşmiştir Viyana’nın kalbine. Sersemletici bir aşkın pençesindeki Franz, içinde yaşadığı toplumun, siyasetin kısacası etrafındaki her şeyin dönüşümünü geç de olsa fark etmeye başladığında artık dönülmez bir yola girmiştir hayat.

Dünya edebiyatının son yıllardaki en dikkat çeken isimlerinden Robert Seethaler’in bu incelikle örülmüş, yürek burkan romanını Oktay Değirmenci Almanca aslından çevirdi. (arka kapak'tan)

...

alıntılar

"...asıl büyük sorun politikaymış. Politika, ilkesel olarak her şeyi mahvediyormuş ve o sırada koca poposuyla iktidar koltuğunda kimin, merhum imparatorun mu, cüce Dollfuss'un mu, onun yetiştirmesi Schuschningg'in mi yoksa komşudaki şu büyüklük delisi Hitler'in mi oturduğu hiç fark etmezmiş: Politika tarafından her şey ama her şey berbat ediliyor, bozuluyor, mundar ediliyor, aptallaştırılıyor ve sonunda bir şekilde yerle bir ediliyormuş."

...

"Bu alışılmadık bir durum değil. Zira aşktan kimse bir şey anlamaz."
"Siz bile mi?"
"Özellikle de ben!"
"İyi ama o zaman neden insanlar sürekli ve her yerde âşık olurlar?"
"Genç adam," dedi Freud. Sonra durdu. "Balıklama atlaması için insanın suyu anlaması gerekmez!"
"Anladım!" dedi Franz. Mutsuzluğunun uçsuz bucaksız derinliğini daha iyi ifade edebilecek bir kelime bulamamıştı. Bir kez daha "Anladım," dedi.
....

"...aşık olmak kendini artık tanıyamamak demektir."

"Bütün hayat, durmadan devam eden birbirinden uzaklaşma, ayrılma sürecidir."

...

"Çok konuşanın genellikle söyleyecek az şeyi olur."

..

"Tuhaf zamanlar yaşıyoruz. belki de zamanlar hep böyle tuhaftı da sadece ben fark etmiyordum."



"Kimse aşkın ne olduğunu bilemez. Fakat yine de insanların çoğu onu deneyimlemiştir. Aşk gelir ve gider, kimse öncesinde onu anlamaz, sonrasında da anlamaz, hatta aşk en az oradayken, yani yaşanırken anlaşılır. İşte bu nedenle sana şunu söylememe izin ver lütfen: Kimse aşka uygun değildir, buna rağmen ya da belki tam da bu nedenle aşk, hemen herkesi en az bir kez yakalar."

"Bazen üzgün olduğunu duymak canımı acıtıyor. Ne söylemem gerektiğini bilmiyorum. Üzüntünün, insanın ömründe geçirdiği saatler kadar çok türü var! Hatta belki de biraz daha fazlası. Bu üzüntünün tam olarak neden kaynaklandığını bilip bilmemenin bir önemi yok. Bu, hayatımızın bir parçası. Bana sorarsan, hayvanlar bile üzülüyorlar. Hatta belki de ağaçlar bile. Sadece taşlar üzülmezler. Orada öylece durur ve hiçbir şey yapmazlar. Ama bunu kim ister ki?"

...

"Dünyaya cevap bulmak için değil, aksine soru sormak için geliyoruz. İnsan, deyim yerindeyse kesintisiz bir karanlığın içinde el yordamıyla yolunu bulmaya çalışır ve ancak çok şanslıysa bazen bir ışık noktasının parıltısını görür. Ve yine insan, ancak yeteri kadar cesur ya da sebatlı yahut aptal ise veya en iyisi hepsine birlikte sahipse bizzat kendisi ardında bir işaret bırakır!"

...

"Sahi kaç veda kaldırabilir insan, diye düşündü. Tahmin ettiğinden çok daha fazlasını belki. Belki de tek birini bile kaldıramazdı. İnsan kalsa da gitse de asıl olan vedalardı. Bu, insana daha doğduğu anda söylenmeliydi."

...

"İnsanların söylediklerinin büyük bir kısmı da zaten daha baştan çöpe atılabilir. Çünkü şöyle bir bakıldığında herkes konuşuyor ama kimse bir şey bilmiyor. Hiçbir şeyden haberleri yok. Hiç kimse konuştuğu konuya vâkıf değil. Hiçbir fikirleri yok. Kaldı ki, bugünlerde çok fazla fikir sahibi olmamak galiba en iyisi. İnsanın her şeyden bi haber olma hâli, içinde yaşanılan zamanın gereği; bilmemek ise zamanın ruhu."

....

kitapla ilgili güzel bir yazı: tıkla

13 Mayıs 2022 Cuma

bir mısradan yaygın bir şöhret sağlamak...


“Dünyalar vardır, düşünemezsiniz” diyordu otuz altı yıllık kısacık ömrüne dünyaları sığdıran Orhan Veli...  Ölümünün üzerinden onlarca sene geçmesine karşın bugün dizeleri en çok bilinen şairlerden.  

“Otuz altı yıla neler sığdırılır?” sorusunun cevabını yaşadıklarıyla ve engin hayal dünyasıyla verir Orhan Veli. Onun gücü naifliğinde, iddiası iddiasızlığında ve derinliği sadeliğinde gizlidir. Son güne dek hayatını dolu dolu yaşamış, kendi deyimiyle istediği her şeyi yapmış ve hiçbir şeyden pişman olmamıştır.

Gazeteci Seray Şahinler, hayatı boyunca ağabeyine kardeşlikten öte yoldaşlık, dostluk, sırdaşlık etmiş Füruzan Yolyapan’ın tanıklığıyla çıktığı benzersiz yolculukta, usta şairin ilk şiirlerine, aile ilişkilerine, bilinmeyen meraklarına, yazar ve şairlerle atışmalarına, omuz omuza verdiği dostlarıyla sürdürdüğü yaşam mücadelesine, maddi  sıkıntılara rağmen büyük bir dirençle hayata tutunduğu “yalnız” zamanlarına, kitaplarına, Yaprak yıllarına ışık tutarak olağanüstü bir “Orhan Veli portresi” sunuyor. 


8 Mayıs 2022 Pazar

mahler'in son senfonisi

 

Gustav Mahler, New York’tan Avrupa’ya giden bir geminin güvertesinde oturuyor. Dünyanın en ünlü, en büyük müzisyeni, ama vücudu artık dünyanın yükünü taşıyacak güçte değil, ağrıları her zamankinden de güçlü şimdi. Mürettebat onun el üstünde tutmaya çalışırken, o kendini bir ömrün hatıralarına teslim ediyor: Son yıllardan kalanlar, dağlardaki yazlar, hayaline düşen kızı Maria’nın ölümü, New York Filarmoni macerası, onu bekleyen diğer kızı Anna, besteleri, hastalıkları, onu çılgına çeviren hayatının aşkı Alma… Herkes, her şey -hem burada onunla, ama aslında bir o kadar da uzakta: Bu onun son yolculuğu.

...

"Müziği düşünüyordu. Müzik, soluk alabilen ve ağırlıksız bedeni bütün odayı dolduruncaya kadar yayılabilen bir canlıymış gibi karanlıkta onun varlığını hissediyordu Mahler."

...

"Çalışıyorum."

"Ne üzerine çalışıyorsun?"

"Dokuzuncu"

"Ee?"

"Ee mi?"

"İlerleyebiliyor musun?"

"Bilmiyorum. Bir kuşu dinledim."

...

"Ne tür müzik yapıyorsunuz? Bana biraz anlatır mısınız?"

"Hayır. Müzik üzerine konuşulamaz, müziği konuşacak dil yoktur. Tarif edilebilen bir müzik kötü demektir."

...


bizim büyük yalnızlığımız

dagur kari izlandalı yönetmen. yıllar önce noi the albino (buzdan hayaller) filmini izlemiştim. bakir dev ismiyle çevrilen (fusi) filmi ise bir o kadar güzel.


4 Mayıs 2022 Çarşamba

düş'e kalka

sakinliğimin içinde taşıdığım o sıkıntı. bazı saatler çıkıp geliyor. tüm gün. yok öyle değil. tüm günüm olmuyor. gecem gündüzüm olmadığı gibi. öyle geldi yerleşti. havaya bakma bu kadar. akşam kendi kendime yetmeliydim. bu serinlik ve rüzgar. hasta ederdi bence. sonra duruldu hava. bana ait olmayan ne varsa dinledim.. yok canım ne güzel sohbet ettik işte. benim sohbetim bu kadar, susuyorum.. ama iyi geliyor birisi konuşmalı. bir dergi, bir ekmek tutuşturdum koltuğum altına. bazı yerlerde dolaştım. bazı yerler bazı yerler değilmiş ne güzel. sonra müzik karşıma çıktı. çaldı çaldı çaldı. hayır elimde de "son senfoni" var ki. iyi mi geldi yoksa iyice çöktüm mü bilemedim. gecem gündüzüm yok. sanırsın sabah sana güzel bir gün sunacak. sandığın için sabahları tercih etmezsin. sonra neden. keşke incitmeden bir kaderden geçseydim.



“Ben Koşarım Aşağlara, Koşarım”

 

"Turgut Uyar’ın şiirleri ile şiir dışındaki yaşamı arasında pekâlâ bağlantılar kurabiliriz bu söyleşiden yola çıkarak. 

Hayat tabii ki şiirin sağlaması değil. Şiire yalnızca biyografi üzerinden bir anlam aramak, şiirin alımlanma sürecini budardı, çünkü şairin geçmişinden gelmeyen bir bağlantı kurma olanağını elimizden alırdı. Evet, bir şairi anlamaya, açıklamaya çalışırken biyografisinden yararlanmak zorunda değiliz; ancak yoksun kalmak zorunda da değiliz. Biyografi bize ilginç ve şaşırtıcı bakışlar sunabileceği gibi edebiyat sosyolojisiyle teması da sağlayabilir. Nihayetinde elimizde böyle bir fırsat var ve bu fırsat belki başka türlü aklımıza gelmeyecek bağlantılar sunabilir." önsöz'den
...
"Şiirinin farkındaydı, evet onu söylüyordun... Tabii ki çok önemli bir şey yaptığının farkındaydı ve çok emindi, evet, iyi yaptığından emindi. Hatta belki de söylemişimdir, güzel bir dizeyi yanlışlıkla yazdığı zaman "Ay kalemimden kaçmış" derdi."
...
"Şiirinde nihilist bir yan var, evet, onu kabul ediyorum."
...

"Şiirini yazmaya çok kesin ön yargılarla başlamazdı. Biraz da nereye doğru gideceğini tam bilmeden başlardı ve başarılı olursa devam ederdi. Başarılı olmazsa kaldırıp atabilirdi. Öyle bir ilk adım atma cesareti, bir kumarbaz cesareti -şiirde- vardı, diyebilirim."


Kitabı hazırlayan Erhan Altan'la kitap üzerine bir söyleşi: tıkla



3 Mayıs 2022 Salı

Başıboşluk bazılarının cennetidir.

 

Arka Kapaktan

Sadece kült filmleriyle değil, yaşamı ve düşünceleriyle de sıra dışı bir isim olan Werner Herzog'dan benzersiz bir tecrübenin kitabı: Buzda Yürüyüş.

1974 yılının kasım ayında, geçen yüzyılın en önemli sinema eleştirmenlerinden yakın arkadaşı Lotte Eisner'in Paris'te hasta yatağında ölmek üzere olduğu haberini alınca şöyle der Herzog: Olamaz, dedim, şimdi ölemez, Alman sineması şu an onsuz yapamaz, bu önemli kadının ölmesine izin veremeyiz. Herzog, oraya yürüyerek giderse Eisner'in ölmeyeceğine, iyileşeceğine dair çılgınca bir inançla Münih'ten yola koyulur. Bir sırt çantası ile çıktığı bu yolculukta köylerden, tarlalardan, dağ yollarından kar buz içinde geçerken karşılaştıklarını kendisine has üslubu ile kâğıda aktarır. Yolda gördüklerini anlatırken aslında yaşam, ölüm ve dünya hakkında âdeta kısa ve kesik, ama derin bir konuşma yapar kendisiyle. 1982 yılında Lotte Eisner'in Helmut Kautner Ödülü alması üzerine yaptığı konuşmayı da sonuna eklediğimiz Buzda Yürüyüş, iyi bir yönetmenin gözünden, buz üstünde bir yolculuğa çıkarıyor okurlarını.

Alıntılar

“Her şeye ağır basan tek bir düşünce var; Buradan uzaklaşmak…”

"Kararlı adımlarımın altında yer sallanıyor. Hareket ettiğimde bir bizon hareket ediyor. Dinlendiğimde bir dağ istirahata çekiliyor."

“Muhtemelen yoluma ilişkin bir dizi yanlış karar aldım ve şimdi geriye bakınca, beni doğru yola getiren de bu oldu.” "Okul, çocukları yutmuş." "Bir evin duvarına tebeşirle "Yatağını kendini sevdiğin gibi sev." yazılmıştı."

"Bugün kendi kendime "Orman" dedim sık sık, hakikat bizzat ormanın içinde geziniyor."

“Kısa ve müthiş bir an için ölümüne yorgun bedenimden tatlı bir his akıp geçti. Dedim ki, pencereyi açın, son birkaç gündür uçabiliyorum.”

.....................

"Kedilerin kendi bilgelikleri vardır ve bir insanın kendilerine karşı ne hissettiğini hemen anlarlar."

Tanizaki'nin aynı yayınevinden "Gölgeye Övgü" kitabını okumuştum. Bu kitabı ise şahane. Çok keyifli bir novella.







yazarın bir önceki kitabı "Hah"ı okumak için sabırsızlanıyorum. burası bildiğimiz bir istasyon değil. yine bekleme yeri ama öyle değil.

"Başıboşluk bazılarının cennetidir. Bir sabah uyanırsın ve yapacak hiç ama hiçbir şey yoktur. Oradan oraya gider, sonra başlangıç noktasına dönersin, istersen dönmeyebilirsin de. Hiçbir rotası olmadığı gibi hiçbir sınırı da olmayan bir yürüyüş."
...
"Kaldı ki yalnızken zaten cennetteydim."
...
"Doğru dürüst bağlanamamış herkes gibi ben de ondan bir türlü kopamamanın hüsranıyla çileden çıkıp duruyordum."

...
“Neyin doğru neyin yanlış olduğuyla bunca meşgul olduğum halde amaçladığım doğru eylemi hep ıskalıyordum. Bu yüzden etrafımdaki insanların benden bağımsız varlıklar değil zihnimin şekilden şekle giren uzantıları olarak kalmaları beni rahatlatıyordu.”
...
"Yalnızlığımı korumam elzemdi; kendimden çok başkaları için istiyordum bunu çünkü onların da benim kadar incinebilir olduğunu göz önünde bulundurarak davranmaya takatim yoktu."
...
"Bir an, amaçlı gibi görünen davranışlarımın ardında amaçsız bir dalgınlık olduğu düşüncesiyle ürperdim: Yer değiştirdiğimi sanıyordum, meğer sadece sürüklenmişim."


Andrew Wyeth, Master Bedroom (1965)