Sayfalar

11 Aralık 2015 Cuma

Hüseyin Akın yazdı

Cevapsız Aramalar: Şair Hüseyin Karacalar’ın ilk kitabı. Güzel bir kitap ismi. Ebabil yayınlarının yaptığı güzel işlerden bir yenisi. Coşkun, akıcı ve yüksek sesli şiirler. Sözcüklerin insanı taşıdığı bir vecd kapısı varmış, okuyunca böyle düşündürüyor insanı. Önemli bir bilgi midir bilmiyorum, ama on sekiz şiirden oluşuyor kitap. Şiirde yeni sayılmayan biri için titizliği ve özeni işaret ediyor. “Başımın çaresine bakmalıyım başımın çaresi yoktur benim/ Kaç yıldır evime dönemiyorum kaç yıldır evim yoktur benim.” dizeleriyle başlayan “Cahildim Dünyanın Rengine Kandım” şiiri gibi bir insanlık durumunun şiirleşmesine tanık oluyoruz. Doğal dilin şiiriyeti uzun yollar yürüyebilmemiz için yeterliymiş bir de bunu görüyoruz Karacalar’ın şiirinde. Dışarıdan şiirin yükünü artıracak yapay bir malzeme taşımıyor. Şayet kendinizi sokağın tecimsel dilinden bir teşehhüt miktarı geri çekmeyi başarabilirseniz Hüseyin Karacalar’ın şiirinden rahatlıkla “kocaman bir yatsı ezanını” görebilirsiniz. Bu arada sevgili okur, Karacaların kitabında size tam “Dört Cevapsız Arama Var” alıcılarınızı açık tutun derim. 09-07-2015 http://m.milligazete.com.tr/yazarlar.php?id=25452

Mahcup Bir Öfke: Cevapsız Aramalar/Yediiklim dergisi/Kasım 2015



Mahcup Bir Öfke: Cevapsız Aramalar
Eyüp Aktuğ

“Ben ne yaptım? Bir hududu zorladım. Kendimin dışına çıkmak isterken kendime rast geldim.”
                             Bir Adam Yaratmak – Necip Fazıl Kısakürek

            Şair bir hududu zorlayan, kendisinin dışına çıkmak isterken yine kendisine rast gelendir. Eşyalara ve hadiselere karşı madde üstü bir nazariyeden yaklaşan, yirmi dört saatlik zaman çizgisinde göremediğimiz, fark edemediğimiz şeylerin arayışındadır. Bu yönüyle sürekli kanayan bir yaraya sahiptir. Şair, bir tarafıyla o yarayı sarıp sarmalarken, diğer tarafı o yarayı kurcalamakta ve bazen isteyerek bazen istemeyerek tekrar ve tekrar kanatmaktadır. Şairin iç dünyasındaki bu çatışmalar ise yeni şiirlere kapı aralamaktadır.

            Hüseyin Karacalar, ilk şiir kitabı Cevapsız Aramalar ile kendisinin dışına çıkmak isterken kendisine rast gelen bir şair. Cevapsız Aramalar, Hüseyin Karacalar’ın ilk göz ağrısı. Telaşla oradan oraya koşturan bir kalabalığa şahit olan, gürültüye kulak tıkamayıp olan biteni duyan, bütün bunların yanı sıra bu uğultunun arasında undan, şekerden ve zeytinden bir rahmet, bir bereket damıtan Hüseyin Karacalar, “annem ve babam için” ithafıyla bizi karşılıyor.  Kitabın ilk şiiri Bir Teselli Ver’de, “Şimdi hissettin mi çınar ağacının arasından gelen sesi / Şimdi ezan şimdi namaz şimdi gül tadında bir mevsim” diyor.

            Cevapsız Aramalar, konuşkan ve aynı zamanda suskun bir kitap. Şair, kitaba aldığı şiirlerinde mahcup bir öfkeyi hissettiriyor bizlere. Kitaba giren şiirlerin birçoğunu, 18. sayısından itibaren editörlüğünü yürüttüğü Aşkar Dergisi’nde hatırlamaktayız. Anadolu’nun ortasında, taşrada doğup taşrada hayata devam ediyor olmak, şairin kalbini yoğuran özneler arasında. Toprağın dilini anlamaya çalışışı, okuduğu ve yorumladığı her şeyin eninde sonunda toprakta bir araya gelmesi, Fırsat Kuponu’na, “Demiş miydim daha önce / Topraktan başka bir şey öğrenmedim / Topraktan başka bir şey yaramadı işime” mısralarıyla yansıyor. Şiirleri okumaya ve mısralar üzerinde düşünmeye başladıkça Karacalar’ın yaşamına dair bir gezintiye de çıkmış oluyor ve şairin şiir serüvenine tanıklık etmiş oluyoruz. Bunu en iyi hissettiğimiz şiirlerin başında ise uzun bir susuşun neticesinde gelen “Sen Muş’ta Uzak Bir Kışta” isimli şiiri. Bu şiirle birlikte şairin iç dünyasındaki imgelere, o imgelerin kâğıda izdüşümlerine, belki kendisiyle hesaplaşmalarına ve çağın getirdiği donukluğa karşı bir yorgun bir öfkeye şahit oluyoruz.

“Peşini bıraktığım şiirler üstünü çizdiğim mısralar / Çalmasın kapımı bir daha toprağımda bitmesin / Ayaklarımı beklemesin kapımda ayakkabılarımı düzeltmesin” mısralarıyla bu tanıklığa ortak oluyoruz.

            Cevapsız Aramalar’ın,  şairin dikkat ve titizlikle seçtiği şiirlerden oluşuyor olması, kitabı ayakları yere basan bir eser haline getiriyor. Okurunu her şiirinde farklı bir atmosferin içine alan şair, şiirlerine yansıyan bazı isimleri yansıtmış. Orhan Gencebay, Neşet Ertaş, Ümmü Gülsüm gibi. Yer yer akıntıya karşı kürek çekmenin terleyişini hissettiğimiz eserde, bir sır kendisini yineliyor: Tevekkül. “Allah İzin Verirse” şiirine dönüyorum yine. “Olsun Allah izin verirse / Mutlu bir sona yetişebilirim.”

            Hüseyin Karacalar, mutlak olana, yaşama, insanlara ve kendine dair hissedişini, itiraflarını güçlü fakat boğmayan, okurunu yormayan şiirleriyle Cevapsız Aramalar’da okurlarıyla buluşmayı bekliyor.

1 Aralık 2015 Salı

Türk Dili Dergisi/Ekim 2015/Müzeyyen Çelik yazdı

Cevapsız Aramalar şair Hüseyin Karacalar’ın ilk şiir kitabı. Geçtiğimiz mayıs ayında Ebabil Yayıncılık'tan çıkan kitapta on sekiz şiir yer alıyor. Hüseyin Karacalar’ın şiirlerini Aşkar,KaragözHece ve Mahalle Mektebi dergilerinde gördük. Ağır ve sağlam adımlarla uzun yıllardır şiir yayımlıyor Karacalar.

Hüseyin Karacalar’ın şiirlerinin dili konuştuğumuz Türkçedir. O şiirlerinde özentili dil oyunlarına, uydurma sözcüklere başvurmaz. Hatta kendi kültürümüze, alışageldiğimiz dile yabancı tek bir kelime dahi karşınıza çıkmaz. Üstelik şair bunu yaparken şiirini edebî çizgiden de uzaklaştırmaz. En sade dille en öz anlatıma nasıl ulaşılır bunu çok iyi başarmıştır.

Günümüzde özellikle şiir çok farklı mecralarda yoluna devam etmekte. Bazı şiirleri okuduğumuzda şimdi şair burada ne demek istiyor sorusunu sormadan edemiyoruz. Bunun yanında türlü kelime oyunlarıyla karşılaşıp afallıyoruz. Popüler kültürün yani piyasanın ya da çağın gereği olarak aktarılan bu kargaşalar içindeki kaotik şiir birçok okuyucu için kendine henüz yer bulamadı ve edebî anlamda da değer kazanamadı. Bu çağa ait olmasına rağmen Hüseyin Karacalar’ın şiirini bu bakımdan da apayrı bir yere koyabiliriz. Onun şiiri bizim dünyamızdan uzak ve anlaşılamaz bir dünyaya ait değildir. Onun şiiri kendi dünyasının ve gözlemlediği dünyanın apaçık bir yansımasıdır. Şairin öğretmenliğini, tarihçiliğini, taşralılığını, memleketini, ailesini, arkadaş çevresini, okuduğu kitapları, dinlediği müzikleri, duvarındaki kireç badanayı, içtiği çayı buluruz onun şiirinde. Şair bunu yaparken lirizmin derinliklerinde de kaybolmaz ve o ince çizgiyi korur. Lirizm bu tarz şiirlerde tehlikeli bir yayılma gösterip şiiri ele geçirebiliyor bazen ve bu da şiirde boğucu bir etki oluşturabiliyor.

Hüseyin Karacalar’ın şiirinde dikkatimi çeken bir diğer şey de aforizma niteliği taşıması muhtemel mısralardan kaçınması. Günümüzdeki özellikle genç şairlerin içine düştükleri tuzaklardan biri yüz altmış karakteri geçmeyecek mısra üretip sosyal medyada paylaşılmasını sağlamaları. Karacalar şiirinde bu tuzaklara düşmez. O sadece şiir yazmak ister ve şiire yönelir bunun ötesinde medyatik bir amaç şiirlerinde sezinlenmez. Şiirlere ağırbaşlılık ve kendinden eminlik hâkimdir. Cevapsız Aramalar bunların yanında meselesi olan bir şiir kitabıdır da. Amerika’dan, kapitalizmden, çeklerden, senetlerden, kredilerden, nefret eder. Bunun yanında “yere düşen mandalın ağrıyan yanlarını ovdum” (s. 14) mısrasındaki gibi incecik bir duyarlılığa sahiptir.

Hüseyin Karacalar’ın şiiri dil ve anlatım olarak her ne kadar sadeyse de anlam olarak kendini çok kolay ele vermez. Şiirleri okuduğumuzda önce bize verilmek istenen duyguyu hissederiz ama şairin asıl söylemek istediğini anlamak istiyorsak biraz daha çaba sarf etmemiz gerekir. Bu da onun şiirine çağdaşlarının arasında bir yer olduğunu açıkça gösterir. Günümüz şiiri zaten çeşitli yaklaşımlar olmakla birlikte söylenmek istenenin biraz perde arkasından belirmesiyle ortaya çıkan bir seyir izlemekte.

Cevapsız Aramalar’da hayatın anlamlandırılması, insanın bunun karşısındaki durumu, yalnızlığı, yalnızlık karşısındaki çaresizliği de işlenmiş. Ayrıca pişmanlıkların dışavurumu şiirlerin derinliklerinde fark ediliyor. Buna rağmen ümitsiz de değil şair. 

“Beni kıyı zannettiler bende biriktiler
Çok geldiler çok üzüldüm gelirken sel
Gelirken kum getirdiler
Olsun Allah izin verirse
Mutlu bir sona yetişebilirim.” 

Kitapta kendine yer bulan on sekiz şiir de birbirinden güzel yerlere dokunuyor ama “Cahildim Dünyanın Rengine Kandım”, “Diş Plağı”, “Sen Muş’ta Uzak Bir Kışta” ve “Şair Kalabalığı” şiirleri üzerinde biraz daha fazla durulması gereken türden şiirler. Özellikle “Sen Muş’ta Uzak Bir Kışta” şiiri şairin Muş’taki yaşantısıyla ilgili bize ipuçları veriyor ve gurbette yaşanan yalnızlığın, uyum sorununun, hayat gailelerinin hoş bir anlatımını buluyor ve biraz da duygulanıyoruz.

Müzeyyen Çelik

http://tdk.gov.tr/images/ekim2015/20151033.pdf

Yönümüzü kıble belirler, pusula değil

Yönümüzü kıble belirler, pusula değil Ülkemizde yayınlanan bir çok dergide şiirleri yayınlanan Hüseyin Karacalar, yazdıklarını 'Cevapsız Aramalar' adlı bir kitapta topladı. İsmail Demirel, şairle, şiir serüveni ve kitabı üzerine konuştu. İlk kitabı “Cevapsız Aramalar” adıyla okurları selamlayan Aşkar dergisi editörlerinden Hüseyin Karacalar’la şiiri ve kitabı üzerine konuştuk.

Hüseyin Bey öncelikle sizi tanımak isteriz? 

Sivaslıyım. Mimar Sinan Üniversitesi Tarih bölümü mezunuyum. Uzun yıllar özel sektörde çalıştıktan sonra iki yıldır Milli Eğitimde öğretmenlik yapıyorum. Edebiyatla kendimi bildim bileli uğraşıyorum. Tarihten ekmeğimi çıkartıyorum.

Edebiyat özellikle şiir düşünce dünyamın en güzel uğraşı. Şiirlerinizi daha çok Aşkar ve Yedi İklim dergisinde okuduk. Ara ara Karagöz’de de şiir yazdınız. Fakat öncesi de vardır muhakkak. Nasıl başladınız şiire? İlk şiiriniz nerede yayınlandı? 

Liseli yıllarımda düşünce kitaplarına yoğunlaşmıştım. Şiir okumalarım Necip Fazıl'la başladı. Zaten aldığım ilk şiir kitabı ise Çile’dir. Üniversiteye hazırlık sürecinde Sezai Karakoç’u, meşhur şiiri Mona Rosa ile keşfetmiştim. Körfez­ Şahdamar ve Sesler’de üstadın asıl şiirleriyle içli dışlı oldum. İsmet Özel’in Amentü şiiri bende şok etkisi yaratmıştı sonra Erbain’i edindim. İbrahim Sadri’nin doksanlı yıllarda çıkardığı şiir kasetlerinin birinde "Afganistan Çağıltısı" adlı şiiri dinlemiştim. Bu vesileyle Cahit Zarifoğlu’nu tanıdım. Şiiri keşfetme serüvenim üniversiteli yıllarımda da devam etti. İkinci Yeni ve diğer kuşak şairlerini okumamla kendimi edebiyatın içinde buldum. Edebiyat dergilerini sürekli takip ederek güncel şiirin serüvenine tanık oldum. İlk şiirlerim yine üniversiteli yıllarımda yayımlandı. Sivas’ta çıkarılan Edebi Pankart dergisinde birkaç şiirim yayımlandıktan sonra İbrahim Tenekeci ve Hüseyin Akın’ın birlikte çıkardığı Kırklar dergisinde de şiirlerim yayımlandı. Üniversitedeyken Çetele ve Siyah isimli kısa süreli çıkan dergilere de şiir vermiştim. 2001 yılından 2006’ya kadar şiir yazmadım. Yoğunlaşamadım daha doğrusu. Askerde yazdığım iki şiir kalemi yeniden elime almama vesile oldu. O gün bugündür az da olsa şiirlerim Yedi İklim, Hece, Karagöz, Karayazı, Mahalle Mektebi, Sahte Vefa ve dergimiz Aşkar’da yayımlandı ve yazmaya devam ediyorum. Aşkar Dergisi’nin 18. sayısından itibaren editörlüğüne omuz verdim.  Şu an arkadaşlarımla birlikte 35. sayının hazırlıklarını sürdürüyoruz.

İlk kitap... Cevapsız Aramalar... Hayırlı olsun. Kitabın çıkış hikâyesini dinleyebilir miyiz sizden?Nasıl vücud buldu? 

Allah razı olsun. Çok teşekkür ederim. Şiirlerim birikmeye başlamıştı ve kitap için bir adım atmamız gerekiyordu. Arkadaşlarımın beni kitap için sıkıştırmasıyla artık kaçışım yoktu. Osman Özbahçe, şiirlerimi dikkate almıştı. Gerçek Hayat Dergisi’nde yazdığı dönemde Osman Özbahçe’nin “Envanter Defteri” diye bir köşesi vardı. Kendsiyle henüz tanışmıyorduk. Elbette ben şiirlerini takip ediyordum da o beni tanımıyordu. Köşesinde o ayın yayımlanmış en iyi şiirlerini not alıyordu. Benim şiirlerimi de not alması dikkatimi çekmişti. Şiirimin peşine düşmeme vesile oldu. 2006 sonrasında yazdığım şiirlerimi bir araya getirip dosyamı Osman Özbahçe’ye teslim ettim. Böylece “Cevapsız Aramalar” seçkin bir yayınevi olan Ebabil Yayınları’ndan çıktı. Yani kitabımın serüveni ağır çekimde ilerleyen sessiz bir film gibi oldu. İnşallah Türk şiiri içerisinde mütevazı yerini alır ve okuyucularımız kitabımızdan memnun olur. Allah utandırmasın.

Amin diyelim biz de bu duaya. Efendim kitabın son şiiri Şair Kalabalığı’nda esip gürlüyorsunuz desem abartmış olmam herhalde. Bir dua cümlesiyle bitiriyorsunuz şiiri. Nedir şiir sizce? Allah’ın korumasını muhafaza etmesini saklamasını isteyeceğimiz kadar değerli mi? 

Aslında esip gürlemekten ziyade içerisinde bulunduğumuz edebiyat ortamına kendimce mizahi bakmaya çalıştım. Katı bir gerçeklikte var aslında. Ortam kelimesini çok sevmiyorum. Şiirin değil de şairin ön planda olduğu acımasız bir süreçten geçiyoruz. Şairin şiirleri yerine şahsının konuşulduğu, pazarlamacı anlayışla hareket edildiği müddetçe şiir gibi kadim bir uğraşımız havada kalacaktır. Yani şair yazdığı şiirinin mücadelesini çok vermiyor gibi. Poetik hamleler, kuşak artistlikleri ve kuramsal çabalar (kuram çalışmalarına karşı olduğum anlaşılmasın) şiire gölge düşürüyor. İkisini birlikte yürüten ahlaki duruşlarını bozmayan şairlerimizi önemsiyorum. Hikmet arayışımızı en güzel şekilde dillendiren şiirin, şiirimizin korunmaya ihtiyacı var. Onu da Rabbimden istedim. Amin.

Müzikle aranızın iyi olduğunu biliyoruz. Bu münasebet şiirlerinizin satırlarına kadar sirayet etmiş; “Bir Teselli Ver”, “Cahildim Dünyanın Rengine Kandım” gibi şiir adlarının yanında. Birçok şarkı, türkü, sanatçı geçiyor şiirlerinizde. Nedir şarkıların, türkülerin kısaca müziğin şiirinizdeki yeri? Ve elbette şiir için nedir müzik? 

Bir televizyon programında Süleyman Çobanoğlu’nu dinlemiştim. Buna benzer bir soru sorulmuştu. Mana ve ses tartışmalarının sürekli yapıldığını ve şiirdeki sesi, ritmi önemsediğini söylemişti. Verdiği cevap benim de altını çizdiğim bir cevaptır. Şarkılarla, türkülerle, ninnilerle dolu zengin bir kültürümüz var. Şiir de ritmin, müziğin olması ve şiirin kulakla da okunması önemli.

Kalkan şiiri şiirimizde az rastlanır cinsten bir şiir. Abdest ve namazı anlatmışsınız. Neler söylemek istersiniz? 

Kalkan şiirimi uyarıcı, hatırlatıcı bir şiir niyetine koydum kitaba. Hayatın inceliklerinden, mü’minin en önemli silahlarından biri olan abdeste güzelleme yapmak istedim. İnşallah beğenilir.

Valla biz çok beğendik. Evde çoluk çocuk birkaç kez okuduk. 

Eyvallah, teşekkür ederim.

Şiirlerinizin adları ince bir mizah duygusu yaşatıyor insana. “Teşbih Taneleri”, “Heyet Raporu”, “Geç Kâğıdı”, “Lise Öğrencileri İçin Kitap Özetleri”, “Çoklu Zeka Dramı” gibi... Şiirlerinize nasıl ad seçiyorsunuz? 

Şiirimin başlıklarında zorlanmıyorum. Şiirin ismiyle içeriği bir bütünlük arz edince kolaylıkla şiirime isim verebiliyorum. Başlıkların ilginç olması okuyucuyu şiirin içine çekiyor. Bende böyle oluyor mesela. Sevdiğim şairlerin şiirlerini okurken şiirlerine verdikleri isimlerde de dikkatli davranmaları ilgilimi çekmiştir hep.

Siyasi terminolojiye de yer veriyorsunuz şiirinizde. Hayatın ıskalanmadığını görüyoruz. Saramago, Ümmü Gülsüm, IMF, ikiz kuleler şiirinizde yerli yerince yer alıyor. Aynı babtan olmak üzere, günlük hayattaki birçok ifadeyi söyleyişi şiirinize dahil etmişsiniz. Şiir bütünlüğü içinde hiç de sırıtmıyor bu ifadeler? Nasıl başarıyorsunuz bunu? Hesap lütfen, bizimle çalışmak ister misiniz gibi.... 

Az yazan birisi olarak şiirim üzerine çok titriyorum. Madem incelik isteyen bir uğraşımız var neden savruk, üstünkörü bir iş yapayım. Okuduğum bir roman, dinlediğim bir sanatçı, gündemimizi etkileyen bir olay, yolda yürürken gözüme çarpan bir ilan, yoğrularak imge veya konuşma üslubuyla şiirime girebiliyor. Rahatım bu konuda. Şairin günceli bilmesi güncele bulaşmadan, siyasi bir duruşunun olması politik dil kullanmadan, seçici ve dikkati olması gerekir.

“Pusula icat edildiğinden beri yönümüzü kaybettik.” ve “Çevreci olamadım ama bir taşı bir çöpü yerden almasını bildim” diyorsunuz. Çevreci olmak bir taşı yerden almaya mani midir? 

Yönümüzü pusula değil kıble belirler. Kıblemizi pusuladan önce de tayin edebiliyorduk. Tabii pusula kavramından batıyı ve yönsüzlüğü yani kıblesizliği vurgulamaya çalıştım. Dünya kendini kirletirken çevrecilerini de yine kendisi üretmiştir. Yani iç içe. Evimizi, mahallemizi, sokağımızı en önemlisi zihnimizi temiz tutmasını bilseydik çevrecilik denilen bir olguyla karşılaşmazdık. Bu çok acı. Kirlet ve temizle. Böyle olmamalı.

Anıştırmalara çok sık rastlıyoruz. Az önce söyledik, Saramago, Notre­Dame Kanburu, Çehov.... Bu ifadeler birer sığınak mıdır, lafı dolandırmadan anlatmanın bir yolu, imkânı mıdır? Yoksa muhayyileyi daraltmak mıdır? Ne dersiniz? 

Doğrudan söylemeyi tercih eden birisiyim. Bazı yazar, sanatçı ve kitap isimlerinin mısralarımda yer alması beslendiğim kaynakları göstermesi açısından güzel bence. Bu ifadeler birer sığınak olmaktan ziyade mısralarıma mihmandarlık yapan yol arkadaşlarımdır diyebilirim. Lafı dolandırmadan anlatmak şiirde soyutluk, somutluk, imgesel, sembolik anlatım gibi meseleleri gündeme getiriyor ki uzun bir konu galiba. Muhayyileyi gerçeklik zeminine oturtup söylemek önemli bence. Zemin kaygan olmadığı müddetçe söz daha sağlam olur ve adresini bulur.

Neler okuyorsunuz şu aralar? 

Kazım Taşkent dizisinden çıkan, İbn­i Battuta’nın Seyahatnamesi’ni okuyorum. Biraz yavaş ilerliyor ama çok keyifli bir kitap olduğunu söyleyebilirim. Yine elimde dostum İdris Ekinci’nin Poetik Fiiller adlı son kitabı var.

Söyleşi için teşekkür ederim. 

Ben çok teşekkür ederim.

Eyvallah. 

İsmail Demirel konuştu (dünyabizim) Konuşa konuşa ­  01 Ağustos 2015 Cumartesi
http://www.dunyabizim.com/Manset/21140/yonumuzu-kible-belirler-pusula-degil.html

KESİLSİN AĞRILAR: CEVAPSIZ ARAMALAR










Güncelin peşinden koştuğumuz her dakika zihin tahribatına ve hafıza kirliliğine maruz kalıyoruz. Gündemden bir nebze uzaklaşmayı düşünmeyerek hepimiz hastalıklı birer insan hâline geliyoruz. Çoğu zaman insanlığımızı elimizle yahut dilimizle kaybedebiliyoruz. Nihayet uzaktan bakıldığında bir oyun simülasyonuna benziyor. Birileri akıl ve ruh sağlığımız üzerine taarruzda bulunuyor, bizse karşılık vermek zorunda olduğumuzu düşünerek evvela ağrı kesici yutuyoruz. Farkında olarak ya da olmayarak hapı yutuyoruz, yutmaya da devam ediyoruz. Şifayı şairlerde aramayanların yuttuğu modernizm hapının en popüler belirtisi ise akıllı telefon kuyruklarına girmek. Bunun daha da çıkmaz yolu, kredi çekerek akıllı telefon yenilemek. Netice-i kelam; günümüz insanı şeytanın yollarına gül dökmekle meşgul.
Şiir, şeytanla vedalaşmanın yollarından biridir ve en güzelidir. İyi şiirin kendine has kokusu vardır ve bu koku samimi bir okuyucuyu yüreğinin ortasından vurur. Okuyucu vuruldukça okur, vuruldukça okur. Bir süre sonra vurmayı da öğrenir. Bu sebeple şiir, vatan topraklarının savunulmasındaki en hakiki silahtır. Bu silahın mermisi hiç bitmez çünkü daima duayla doldurulabilir özelliktedir. Şair eğer şairse, şiiri de duadır ve doludur. Okuyucunun dolduruşa gelmemesini, dolmuşa binmemesini ister. Vatanıyla arasındaki sadakati göstermek ister. Bundan mütevellit şair İrfan Dağ, Atlarımızı Geri Alacağımız Günler adlı şiirinde “Halk iyidir, bahara anlamlı bakarlar, Türkiye vatandır, şiirin Türkiye’yi vatanlaştırdığını bilmezler” dizesini kurmuştur.
Türk edebiyatında vatanının hesabına sekiz yıldır hesap tutan ve soran, okuyucusuna “eve dön! şarkıya dön! kalbine dön!” diyerek çok ciddi bir kale inşa etmiş olan Aşkar dergisinin, tüm dergi okuyucuları arasında yeri çok müstesnadır. Yer deyip geçmeyelim, yerimizi bilelim ki düşmeyelim. Zira dünya zaten düşük bir yerdir, “dûn” bir yerdir. Dûnyaya düşmeyelim. İşte Aşkar dergisinin kıymetli şairlerinden biri olan Hüseyin Karacalar’ın da mayıs ayında ilk şiir kitabı ateş etti: Cevapsız Aramalar.
Ebabil etiketiyle okuyucuya sunulan bu güzide kitap, fakirin “ağrı kesici şair” olarak bildiği Hüseyin Karacalar’ın on sekiz şiirinden oluşuyor. “Bir Teselli Ver” ile başlıyor, “Şair Kalabalığı” ile bitiyor. Kendisiyle yaptığım röportajda kitabı ve şiirleri hususunda şöyle bir tanımlama yapmıştı: “Kitabımdaki şiirlerimin çoğu Aşkar’da yayımlandı. Üç ayda bir yayımlanan dergimize şiirimi verirken elimden geldiği kadar seçici olmaya çalıştım. Zaten çok sık yazan birisi değilim. Az ve nitelikli bir şiir peşindeyim. Telaşlı bir dünyadan geçerken şiirim yavaş ilerliyor. Kaybedeceğim bir şey yok. Bugünümüze şükürler olsun.
Toprağıyla bağlantısını kurmuş ve gözü gibi de korumuş bir şair Hüseyin Karacalar. Fırsat Kuponu şiirinde içinden geçtiği dünyaya karşı toprağını savunuyor, kolluyor:
“Her gün zayıflıyorum her gün gözlerimin önünde
Miyobum artmış göremiyorum artık uzak geliyor ömrüm
Ayağımın altında bir yara kayıyor habire bir uçuruma
Okuduğum kitaplardan çıkardığım tek kıssadan hisse:
Toprak:
Topraktan başka bir şey öğrenmedim
Topraktan başka bir şey yaramadı işime.”
Kitapta Heyet Raporu, Çaresizlik İlâhisi, Takipsizlik Kararı, Lise Öğrencileri İçin Kitap Özetleri, İleri Saat Uygulaması, Protokol Krizi gibi günlük hayatımıza rehberlik edecek “çok avantajlı” şiirler var. Bu kampanyadan yararlanmak için evvela Cahildim Dünyanın Rengine Kandım şiirine bakmak gerekiyor:
“Başımın çaresine bakmalıyım başımın çaresi yoktur benim
Kaç yıldır evime dönemiyorum kaç yıldır evim yoktur benim
Kardeşim dedim fiyat biçilir mi dünyaya, aslı astarı nedir?
Alışverişi yapılır mı karşılıksız çek ister misin?
Çek arabanı bin yıldır çekemiyorum dünya benden yana kahır.”
Hüseyin Karacalar’ın Aşkar dergisinin 34. sayısında yayımlanan “Sen Muş’ta Uzak Bir Kışta” adlı şiiri, fakirin nezdinde çok kıymetli, çok kuvvetli bir şiir. Eminim ki bu şiir yıllar sonra anlamını yeniden ve yeniden bulacaktır. Hikâyesini “Bir yılımı aldı bu şiirim. Atanma sürecinde başlayıp Muş’ta geçirdiğim günlerin birikimi. İçlendim, darlandım. Bir yalnızlığa sürgün gibiydim. Sürgünlerin uzun bir süreği.” diyerek özetlemişti şair. Fakir ise bu şiiri yaz boyunca çantasında taşıdı. İyi şiir rafta durmamalı, açıp okumalı insan. Göğsünü genişletmeli, bir yol bulmalı, yola çıkmalı. Çünkü yola çıkmak haklı çıkmaktır. Buyurun şiirden bir bölüm:
“Başımı diğer tarafa çevirdiğim oldu başımı önüme eğdiğim de
Yüzümü asla çevirmedim yüzümü soğuk yüzümü sıcaklardan geçirdim
Çevre edindim çevremi sevmedim çevremi geniş buldunuz
Çevreci olamadım ama bir taşı bir çöpü yerden almasını bildim
Yokmuşsunuz gibi davranamadım vurdum duymadınız
Yüzümü çevirmedim çünkü yüzüm ele verir beni
Kendimi yere deviremediğimden beni ayakta tuttunuz.”
Türkçenin âşığı Türkiye’nin velîsi Bizim Yunus’un “Hak’tan yana yönelicek / başka yollar dardır bize” diyerek gösterdiği şifaya riayet ederek ellerimi açıyor ve bir dua niyetine kitaptan son bir dize seçip üflüyorum: “Ekmek için kavgaya tutuşmuş mübarek ellerim var / ellerim boşluğa takılmış ellerim kancıklardan sıyrılmış mayhoş."